26.12.13

denge* 23:11'

“Sizin alınız al inandım/ Morunuz mor inandım
 Ben tam kendime göre/ Ben tam dünyaya göre
                                      Ama sizin adınız ne?”

Evet ya.. neydi adınız? unuttum ben. balık gibiyim işte. kah duyuyorum kah unutuyorum. Neydi adın? resmiyetten sıkıldım, sizli bizli şeyler bana göre değil. Hadi konuşsana! adın ne? unuttum. olamaz mı.. adın ne? zor bir şey sormadım ki.. ya da sordum mu? Nedense bu aralar hiç kendime inanmıyorum. Sahi kim bana inanıyor ki.. neyse dağıtmayalım konuyu. Sana diyorum hey!! Adın?

Söylemeyecek misin? peki sen bilirsin. ne yani yalvaracağımı mı düşündün. şaka yapıyorsun, o kadar mı tanımadın beni. ben leb demeden leblebiyi anlarım be, ne sandın. Peki.. susuyorsun hala. Pekii..
Yine çıt çıkmaz senden ama.. onun adı ne? yine mi.. peki.

O zaman ben konuşayım sen dinle. He? Yahu kafa salla bari.. başlıyorum. bak sonra.. tamam.

Basit bir gündü. sabah kalktım. elimi yüzümü yıkadım. içimden kahvaltı yapmak gelmedi. zaten nedense çaydan soğudum bu aralar. az sütlü kahvemi içtim. sonra baktım böyle olmadı, tezgaha şöyle bir göz gezdirdim. baktım bir tabak kurabiye. geçen haftadan kalma tarçınlı kurabiyeyi bi hamlede ağzıma attım. Beton!! böyle başladı işte.. dişimi kırdım. sonra dişimi çektiler. acımadı. morfin midir nedir o şeyden verdiler işte.. uyuştum. üç saat sonra bi sızı hissettim. aynaya koştum hemen.. korktum diyemem ama ürperdim.  iki dişim arasındaki boşluk. Boşluk! boşluk sızlar mı hiç dedim. sızlarmış.. böylesi daha başıma gelmez derken. üç saat sonra su içme gafletinde bulundum. su evet. Masumane.. bir bardak su. öyle soğuk da değil. oda sıcaklığında beklemiş.. aman Tanrım!! Yine o boşluk.. içim çekildi. o ne demek ben de bilmiyorum ama durumu anladın herhalde.. tüyleri diken diken olmak gibi.

Sonra mı? tüm gün ne bir şey yedim ne bir şey içtim. sonraki günlerde.. aklımda hep o boşluk.

En çok boşluktan korktum ben. sonsuzluktan nedensizlikten kararsızlıktan.. evet devamı gelir. uzatmıyorum. korktum işte her insan gibi. o yüzden de ağzıma lokma koymadım o günden beri.

Ama çok acıktım. Biri bana korkma dese.. korkmam belki. belki ama..
Sen der misin? Biliyorum konuşmuyorsun ama kafa sallasan da olur. ya da konuşsan ya.. hadi gel bol salçalı makarna yiyelim desen misal. neyse saçmaladım. kendi kendine konuşan bir deli saçmalamaktan başka ne yapar ki?

Öyle işte.. sorayım dedim.çok mu konuştum yine. 
Kafa da mı sallamıyorsun. çok güzel. tamam artık dönebilirsin. sağa değil sola çevir kafanı.

Pekii..neydi şu söz.. hani mecnun diyordu ya.. ya izleyip izleyip ağladığım sahne hani.. o da ağlıyordu ya. sonra yavuz şiir okuyordu. Turgut Uyar. söylemiştim sana. biliyorsun. ya neydi.. heh!!

“üçümüz birden sevilemez miyiz?”

...
Tamam. sustum ben. nefesini tutmayı bırakabilirsin artık. 
Vazgeçtim.


E.

18.12.13

oradan şuradan buradan.. mim'

Merhaba!!
Şimdi öncelikle bu  yazımı ikiye bölüyorum ilki tabii ki filmler hakkında olacak:) diğer kalan kısmında ise Mia ve Helloradio tarafından mimlendiğim gerçeğiyle nasıl yüzleştiğime yer vereceğim. Ben önce bildiğim konudan başlayayım o halde..

Woody Allen’a olan hayranlığımı biliyorsunuzdur artık, bu konu hakkında kaç kez konuştum ben bile hatırlamıyorum. İşte o kadar çok severim ki ben bu adamı; kitaplarını ayrı filmlerini ayrı.. oyunculuğunu ise apayrı severim. Uzun zamandır ondan bahsetmediğimi fark ettim dün. Dedim ki kendi kendime olmuyor böyle elif! Hadi patlat bi Allen yazısı. Ve karşınızdayım..

İki filmden bahsedeceğim.. ‘Whatever Works’ ve ‘Hannah and Her Sisters’. İkisi için de diyebilirim ki tipik bir Allen filmi. Ama gelin görün ki ben oyumu ikincisinden yana kullanıyorum.. çünkü Mickey olarak gördüğüm bir adet gözlüklü huysuz var. Genelde spoi vermekten hoşlanmıyorum. Olur da izlemeyen denk gelir, sonra küfür yemeyeyim yazının orta yerinde diye.. o nedenle bu filmler hakkında konusuna dair bir söylemde bulunmayacağım. Ama şöyle ki; ilk filmdeki Boris’i Woody Allen oynayacaktı, hep ondan tam puan alamadı benden. Bir de.. biz bu film isimleri çevirilerini ne yapacağız Tanrı Aşkına!! ‘Whatever Work’ nasıl ‘Kim Kiminle Nerede?’ oldu, hala anlayamadım.

“..nobody, not even the rain, has such small hands”  E.E.Cummings
‘Hannah and Her Sisters’da geçen bir söz bu, Cummings’e ait. Size de bir yerden tanıdık geldi mi? Şöyle söyleyeyim.. “hiç kimsenin yağmurun bile böyle küçük elleri yoktu”. Yeni türkü!! Aaa.. bu şarkının sözlerinin Cummings’e ait olduğunu bilmiyordum, çok şaşırdım.

Neyse işte.. uzun lafın kısası Woody Allen iyidir.

                                                                                                          'Hannah and Her Sisters'


Şimdii gelelim şu sorulara.. önceden söyleyeyim, benim hiçbir zaman olmazsa olmaz tek bir şeyim yoktur. Hep bir çok şeyi sevdim ben, yani bu cevaplar şuan aklıma gelen ilk şeylerdir. Yanılsamalardan kaçının.

1.en sevdiğin renk?
gri.

2.en sevdiğin çiçek?
yasemin.

3.en sevdiğin yemek/sebze/içecek?
makarna/domates (ayrıca ikisi birlikte ayrı bi güzel olur!) içecek olarak ise asla vazgeçemediğim şey kahve.  Ama onu kategorize edemiyorum türk kahvesi mi filtre mi diye sormayın.

4.en sevdiğin yerli/yabancı şarkı?
Historia de un amor   ..çok fazla versiyonu var tabii.. ama ben şu sıralar Zaz yorumuna taktım.
Değirmenler-Bülent Ortaçgil   ..Don Kişot’un değirmenlere açtığı savaş yüzünden sanırım.

5.en sevdiğin komedyen?
hımm.. bilemedim. Şener Şen sanırım, aklıma ilk gelen isim.

6.en sevdiğin kız/erkek ismi?
çok fazla var. ben sanırım isimleri yaşanmışlıklarıyla severim. o yüzden sınırlama yapmak istemedim şimdi. Oldu mu böyle?

7.en sevdiğin kitap?
Bizim Büyük Çaresizliğimiz-Barış Bıçakçı (en çok okuduğun kitap olsaydı ‘Ölü Ozanlar Derneği’ derdim aa yok bi de ‘Aylak Adam’ var. neyse uzatmayayım. şiir yok mu? biri şiir mi dedi? yok yok o topa girmeyeyim sabaha kadar otururum yoksa)

8.en sevdiğin yerli/yabancı oyuncu?
Haluk Bilginer / Sean Penn ( ayrıca demeyeceğim yoksa.. ama dur! Kevin Spacey de diyeyim içimde kalmasın.)

9.en sevdiğin yerli/yabancı film?
işteee korkulu rüyam! Yapmayın bunu.. seçemem ki.
Hababam Sınıfı (çocukluğumdan beri asla bıkmadım) Kaybedenler Kulubü(yorum yok) Çilekli Pasta (bu da ne şimdi nereden çıktı demeyin. Bu film Çağan Irmak imzalı bir televiyon filmi aslında. neden niçin bu kadar severim bilmem ama bazen gece yarısından sonra atv de yayınlanır ve her denk geldiğimde tekrardan izlerim. ayrıca o çilekli pastaya da ayrı hayranım.)
Amelie (her canım sıkkın olduğunda açarım. ayrıca fransız filmlerine bayılırım.) Back to the Future (çocukluğum bununla geçti desem yalan değil) Breakfast at Tiffany's (Audrey Hepburn desem yeterli mi?)

10. en sevdiğin yerli/yabancı dizi?
ikinci bahar / leyla ile mecnun
full house / friends

11.en sevdiğin yerli yabancı şehir?
İstanbul
Prag mı Venedik mi hala çok kararsızım..

12.en sevdiğin gazete/gazeteci?
Radikal. gazeteci yok ama belki yazılan yazılar vardır.

13.en sevdiğin mevsim/gün/ay
Mevsim sonbahar. Ay kasım. Gün ise her ayın cumartesisi.

14.en sevdiğin kıyafet/ kıyafet tamamlayıcısı/ takı?
yaz aylarında kafamdan eksik etmediğim güneş gözlüğüm (evet yanlış duymadınız kafamdan. ben öyle kullanıyorum.) bi de yaz-kış fark etmez ince/kalın bir adet hırkam vardır mutlaka.

15.en sevdiğin makyaj malzemesi/ bakım ürünü?
siyah eyeliner. bakım ürünü olarak ise.. şuan bitmek üzere olan ve artık satılmadiğı gerçeğiyle yüzleştiğim: bodyshop’un papaya özlü vücut kremi.

16.en sevdiğin çizgi karakter?
sevimli hayalet casper:) 

17.en sevdiğin anı?
hımm.. sanırım çocukluğumun tüm yaz aylarını çok sevdim. dedemin yanında kuzenlerimle birlikte.. sevilmez mi!  tüm yaz aylarımı balkondan bozma o yüksekliğin üzerini olduğu gibi saran kayısı ağacının altında geçirirdim.(ben o zamanlar onun şeftali olduğunu iddia etsem de kayısı ağacıydı o evet.) abartmıyorum. annem zorla kazıyarak içeri alırdı beni. 

18.en sevdiğin özelliğin?
öhöm.. övünmek gibi olmasın. sabır denilen şey bende fazlasıyla var.

19.en sevdiğin his?
gözümü kapatıp dalga sesini dinlediğim an, bir de yosun kokusu olacak tabi.

20.en sevdiğin canlı?
insan. istisnalar kaideyi bozmuyordu dimi?


ve bitti. ben de bittim. 

E.

14.12.13

Uykusuz.

'Yılın dokuz ayı yağmur yağar orada..'*
Burada ise 3 ay anca dolu dolusuna yağmur yağar.

Hep ağlak havalara sahip bir ülkede yaşamak istedim. Bu yılın 5ayını Almanya’da geçirmek; sadece bunun için bile ayrı güzeldi:) gitmeden önce herkes ‘sen bi git göreceksin dünya kaç bucak.. hep yağmur hep soğuk.. bakalım bir daha seviyor musun!!’ diye diye susmadılar. not: hala seviyorum! ve hala planlarımda; yılın büyük kısmını yağmurla geçiren ülkelerin birinde yaşamak var.

...
Deli gibi yağmur yağıyordu. Sabah gök gürültüsüyle uyanmıştım. Öyle bir yağmur olmadı daha hiç.. balkon kapısını gece çok havasız kalınca biraz aralamıştım. Aralamaz olaydım.. içerisi su dolmuş. Hay aksi! Hemen yataktan fırlayıp kapıyı kapattım, sonra da yerleri bir güzel sildim. Ee hazır elim değmişken dedim odayı da temizleyeyim. Başladım mı dip bucak temizliğe.. bu arada saat sabah 6! Olağan halimin aksine o gece erkenden uyumuştum, neden hatırlamıyorum. Ondandı herhalde erkenden dikilmiştim ayağa işte.  Öylece temizliği yaptım, yapar yapmaz da mutfağa gidip çay için su koydum ısıtıcıya. Demleme çaya hasret olduğum yüzyirmiüçüncü gün. Dolaptan aldığım poşet çayı fincana koydum. Yağmur daha da hızlandı; mutfak camı bildiğin dayak yiyordu. tıktıktıktıktıktık.. buzdolabını açtım; en sefil raf benim rafımdı. Hayır öğrenciyim evet de.. yazık lan bana! 2 yumurta çıkardım. Başka da bir şey yoktu zaten. Çırptım çırptım çırptım.. en sevdiğim şeydir omlet yapmak söylemiş miydim? Ahh peynirim de olsaydı.. yahu bırak peyniri baharatım yok. Tuzum yok ya, tuz!! Neyse alıştım zaten tatsızlığa tuzsuzluğa.. karnımı doyursam bi. Midem bi garip. dün gece o son.. off tekilaya sınır getirilmeli. Yakmadan omleti tabağa aldım, tabağı da sol elime; sağ elime de fincanı aldım; sağ ayağımla mutfak kapısını kapatıp; burnumla ışığı söndürdüm. Saat 7 oldu mu? Ohoo 20sini bile geçiyor..
Tabakla fincanı ders çalışmaktan başka her işe yarayan kahverengiden bozma masama büyük bir açlıkla koydum. Ve koymamla laptopu açmam bir oldu tabii. Bir şey izleyemeden yiyeyem ben, istersem deli gibi aç olayım; yiyemem. İnternete bağlanmamla milyon tane sekmenin de açılması bir oldu tabii. Dün geceden bir önceki günden bir sürü sekme.. önce birinci sekmeye baktım; sonra ikinci sekmeyi yeniledim; çay soğumadan üçüncüye gelmiştim ki.. telefon alarmım çaldı. saat 8. Bulana kadar sustu. Sonra kapı çaldı, kurye gelmiş. Benim için olsa iyi hiç odasında durmayan kat arkadaşım için. Berbat almancamla derdimi çat pat anlatıp kapıyı kapattım. Sonra alarm tekrardan çalmaya başladı. Telefonu bulamadım. 12metrekare odada şu basbas çalan sesin kaynağını bulamadım ya! Bulamadım işte.. sonra vazgeçtim. Yoksa çayım soğuyacaktı. saat: 8den sonra 10dakika geçmişti.
...

Neyse işte.. size sıradan yağmurlu bir günümden ufak bir kesit sundum:) şu sıralar o gri günler yerini beyaza bıraktı. Yanii.. evet tabi o da güzel ama.. ben grisini özledim bile. O kadar işte.




Aslında tam bir yılbaşı filmi. ama benim gibi filmlerdeki noel havasını seviyorsanız alakasız zamanlarda da izleyebilirsiniz:) Aslında' film tam bir uykusuz filmi; uyumadıysanız açın izleyin hemen hadi!
ayrıca.. film adından da belli olduğu gibi Seattle'da geçiyor. O geniş bol yağmurlu girizgahım da tam da bu sebeple gerçekleşti. ayrıca'.. Meg Ryan ile Tom Hanks filmleri ayrı bir tatlı oluyor. kabul edelim şimdi.

*Soundtrack. bi bakın derim.
*Radyo programı severim.

E.

7.12.13

55/2

'konuşmazsan hep bir şeyler eksik kalıyormuş.. sanki sessiz olanlar hep mutsuz gibi!' yok öyle şey. inanmayın siz onlara. 
kusamadığım o biçimsiz çakıl taşı gırtlağımda takıldı ya hani.. işte ondan bağıramıyorum ben. 
başka nedeni yok. her şey o çakıl taşı yüzünden. ondan çıkmıyor sesim. 

hem ayrıca.. deniz kestanesi denilen şey sadece okyanuslarda olmaz mı? anlamadım gitti.. ne işi vardı marmara denizinde?


                                           "sevdiğin birini kaybetmenin ne demek olduğunu bilirim. yüzünde hep bir hüzün olur insanın. 
                                           gülerken bile gözlerinde saklar onu, mutlu olurken bile gizliden gizliye pişmanlık duyar. sen 
                                           hep gül. çünkü her masalın sonu güzel bitiyor.senin bir masal dünyan var. ve orada kara balıklar 
                                           değil, prensesler olmalı.
                                           hep mutlu olman dileğiyle..
                                                                                                                                             ...ya da işte her kimse."





3.12.13

Salı da neemiş?

Bu havaları pek severim. Üşümeye bayılan bir mazoşistim evet. Bu havada sarınıp sarmalanıp sokaklarda dolaşmayı da, battaniye büzüşüp kahvemle evde pineklemeyi de çok severim. Hepsinin yeri ayrı.

Bugün Salı! Bugün eve kapanma günüm. Dışarıyla olan tüm bağlantımı kesip, kendimi eve hapsettim. Hala koltukta battaniyeme sarınmış oturuyorum. Saatlerdir aynı yerdeyim, aynı şekilde.. film, dizi aktı gitti.. gözüm hafiften kızardı hatta, ekrana bakmaktan. Nereden başlasam bu uzun günümü anlatmaya..
O halde.. bugünün kazananıyla başlıyoruz!! #The Usual Suspect

Evet “aa sen bu filmi izlmedin mii? Ee yuhhh!” dediğinizi duydum. Çok haklısınız. Bi kaç tane daha var böyle ayıplayacağınızı bildiğim, izlemediğim filmler.. yavaş yavaş itiraf ederim size. Ama zamanla.. aniden yükleme yapmayayım şimdi.

The Usual Suspect benim lanetli filmlerimden. Evet evet lanetli!(ydi) bugün kadar. Bugün o laneti kırdım. Ne zaman izleyeyim desem vazgeçtim, ne zaman başlamaya kalksam fikrimi değiştirdim. Yok başka filmleri dizileri üstüne kuma getirdim, yok tamamen vazgeçtim kestim elektiriği. İşte öyle böyle izleyemedim.. (arkadaşım “ne zaman Godfather’a başlasam düğün sahnesini atlatamıyorum, bi atlatsam izleyebileceğim de”  dediğinde çok kızardım! Yahu Godfather ya!! Nasıl izlenmez!!.. Ama işte bugün anladım ki.. TheUsualSuspect için ben de aynı haksızlığı yapmışım. Utanmalıyım kendimden..)

Bugün hiç aklımda yoktu aslında bunu izlemek, sırada başka filmlerim dizilerim vardı oysa.. sonra çok fena gaza geldim. Uzaklarda olmasına rağmen ne izlemem gerektiği konusunda beni çok net etkileyen birinin lafıyla başladım izlemeye.. 'bugün izle o zaman' dedi. tamam dedim.

Ee nasıl mı buldum? Soru mu şimdi bu? ..izleyin!! izlemeyen varsa eğer hala.. lanet manet dinlemem. izleyin!!



Ayrıca.. Kevin Spacey. Sen ne harika adamsın ya, sen nasıl bir şeysin ya.. Der Herr ist König!!!

Film kesmedi tabii beni.. arkasından da.. #once upon a time’ın son bölümünü izleyiverdim. Masal dinler gibi bitti o da. Her ne kadar spoi vermek istesem de.. izleyenler vardır şimdi. Söylemiyorum bir şey sakin olun!

Ve tabii.. yine yetmedi! Dedim ki hadi ben bi bölümde #leyla&mecnun patlatayım. Sonra bi bölüm daha mı izlesem ki acaba? diye diye diye.. üç bölüm devirdim. Şimdi bi bölüme daha başlamayı gözüm yemiyor ama.. içimden de gelmiyor değil. Ee neemiş? Öyle bir bölüm izlerim kapatırım diyemiyormuşum. Resmen Mecnun karşısında basiretim bağlanıyor. 

Neyse.. şimdi sakince laptopu kapatıyorum. Derin bir nefes alıyorum. Vize öncesi ders çalışmam gerek, evet farkındayım ama.. içimden gelmiyor. Kabulleniyorum. Ve vicdanımı bir kenara bırakıyorum. 

Ben en iyisi Barış Bıçakçı’nın Veciz Sözleri’ni sonlandırayım.. incecik kitap koşuşturma arasında eksik kaldı zaten. Sonra da uyurum herhalde..

Sabah erken kalkar çalışırım hem ben. Gerçekten.. Aa inanmıyor musunuz?
Sizin ağzınızdan çıkanı kulağınız işitiyor mu he? Hem ben hiç öyle biri miyim? Çok ayıp. Ben bu oyunu bozarım arkadaş. 
…zzz
Neyse kafam hafiften de gitmişken hazır.. siz bunu dinleyin* ben de gittim. 
Hadi AUF WİEDERSEHEN!!

E.

25.11.13

'Biliyorum Tanrım!'

işe bak sen gözlerin de burda
gözlerinin ucu da burda yaşamaya alışık
iyi ki burda yoksa ben ne yapardım
bak çocuğum kolların işte çıplak işte
bak gizlisi saklısı kalmadı günümüzün
gözlerin sabahın sekizinde bana açık
ne günah işlediysek yarı yarıya..

‘Ölüyorum Tanrım’la başlayan o buruk geceden bahsetmiş miydim size?
Cemal Süreya’lı geceler nasıl olur bilir misiniz? Nasıl daha karanlık olur, nasıl daha çıkmaz olur, nasıl daha mutsuz olur.. nasıl daha eksik hissedersiniz.. şarap gibi. güzeldir ama genzini yakar..

O geceden ayrılınca her şey normal aslında. Her şey yerli yerinde. Herkes büsbütün kendi halinde. Her yer kalabalık olmasına kalabalık da.. kayboldum ben. Her zaman olduğu gibi, sektirmedi yine gece.. 

Biliyorum. Kimse merak etmesin beni, boşverelim hep birlikte. Hikaye tükenirse, biter. biliyorum bilmesine de.. korkuyorum. 
Üstelik kaçamıyorum da.. 


E.

19.11.13

1607|

 “Uyumsuz oyuncaklar dünyasına hoş geldin!” dedi. O der demez de kadın içinde sonsuzluğa dair bir şeyler hissetti. Büyüklerin hayal gücü sanılanın aksine çocuklardan daha kalabalıktı, tabi o buna hiç inanmadı. Hep kendine realist dedi, her şey ona imkansız geldi. Ne zaman izlediğini hatırlamadığı şu isimsiz filmde duyduğu bir repliği hep tekrarlardı, bıkmadan.. “hak ettiğimizi sandığımız aşkı kabulleniriz”. Kadın bunu her duyduğunda anlamsız gözlerle baktı ona. Böyle bakınca gözleri şaşı gibi oluyordu ama o umursamadı. Onun realist dünyasında aşkın da bi matematiği vardı. Ne de olsa tek işi bilançolarla amortismanlarla uğraşmaktı.. kafasını envanter işlemlerinden kaldırdığında dünyayı öyle görüyordu, n’apsın. Bir de üstüne kendini beğenmişin tekiydi. Evet kadın aşıktı ona aşık olmasına da.. böyleydi işte. İki farklı uç, zıt kutuplar çekiyordu işte. Evet farkındayım klasik bir klişenin dibine vurdum sizi de kendimi de. Ama n’apayım.. hem bazen klişeler bir şeyi anlatmak için en iyi yol olabiliyor işte..

Dışarıda deli gibi yağmur yağıyordu. Kadın yere kadar uzanan pencereden gelen geçeni izliyordu. Gri pardesülü kadının çocuğunun elini nasıl sımsıkı sıktığını; şu liseli çiftin nasıl o küçük şemsiyenin altında yürüdüklerini; sonra o adam. Siyah deri ceketli, yağmuru hiç umursamadan sanki güneşli bir günde sahilde yürüyüş yapıyorcasına sallana sallana yürüyen, o kır saçlı adam.. Kadın derin bir iç geçirdi, sokakta yürüyen o adama ne çok imrenmişti şimdi. Hiçbir şeyi umursamadan yürümek.. ne çok isterdi; sadece burada durup hiçbir şey düşünmeden öylece bakmayı. Oysaki aklında türlü türlü senaryolar akıyordu sapıyordu kaçıyordu.. kadının derinden iç geçirmesini duyan adam mutfaktan elinde kahve fincanlarıyla çıka geldi. Dumanı tüten kahveler kadının en sevdiği kalın saplı sarı kupalardaydı. Kadının en sevdiği görüntüydü bu; he bir de kadehli olan sahneler vardı ki onun  yeri apayrı. Adam fincanları uzattı, hafiften gülümsemeyi de unutmadı. Zaten hep öyle yapıyordu; ne zaman kadının yüzünde o bilindik huzursuzluğu görse o sevimli yandan gülümsemesini yerleştiriyordu o küçük suratına.

Kahveleri bitene kadar hiçbir şey konuşmadılar.. geçen günkü ‘uyumsuz oyuncaklar..’ lafını bir daha açmadılar.. oysa kadın hala anlamamıştı adamın ne demek istediğini. Ama soramadı, nedendir bilmiyorum konuşmak istemedi herhalde, ya da konuşursa gideceğinden korktu. Kim bilir.. Biten kahvesini hafifçe yanda duran fiskosa koyan adam, kadınınkine benzer bir iç geçirdi. Sonra da önemli bir konuşma yapacak gibi, boğazını temizledi. Kadın bunu duyuyordu ama hala dışarıda yağmurdan kaçan insanları seyrediyordu. Adam tekrardan ağzını açtı, ama yine çıkmadı kelimeler.. ne söyleyecekse. Sonra kadın dayanamadı ona döndü; o cesaretle konuştu adam. “İnsanlar seni yarı yolda bırakabilir. Bunu biliyorum ve bunu bilmek mutlu olmamı imkansızlaştırıyor” dedi bir çırpıda. Kadın yine o şaşı gözlerle baktı bi süre.. sonra yine kafasını yağan yağmura çevirdi; sessizlik yağmurun cama çarptığı sesleri daha da bir belirginleştiriyordu. Yağmurdan çok dolu gibiydi artık.. sert sert çarpıyordu. Kadın başını yoldan çevirmeden “korku” dedi. “bir şeyden korkmak biraz da onun geleceğini beklemektir”. Kimden alıntı olduğunu anlamayan adam bu kez daha şiddetli boğazını temizledi. Bu kez daha uzun konuşacaktı sanırım. Yüzü pencereye dönük olan kadına bakarak “bir keresinde bir kızı sever gibi olmuştum; bu kız bana söylemişti, her şey gibi aşk da soluklaşır demişti. Kendi de soluk benizli, zayıf bir şeydi. Dediği gibi olmuştu. Aşk da soluklaşmıştı. Artık ne sevgi kalmıştı, ne ülkü, ne de itici gizli mezhep. Hepsi tutuklanmıştı. Eve kapanmalıydı insan, daha hiç çıkmamalıydı, gerçekten çıkmamalıydı. Çok yoruldum diye söylendim, bir ağacın gölgesine yaslanıp; dolaşacak, evden çıkacak gücüm kalmadı” dedi.

Kadın cümledeki noktayı görmeden dönmüştü adama. Aynı adamınki gibi yandan bir gülümseyişle şaşı şaşı baktı yine.. “Oğuz Atay” dedi.

Yağmur hala aynı hızındaydı.. birbirlerine bakıp güldüler, öyle basit bir gülümseyiş değil bu kez farklıydı. çok güzel güldüler.. 

E.

8.11.13

02':32''

“acıttığını hatırlıyorum
 onu seyretmek acıtıyor”

Hiç dönüp günlüğünüzü okuduğunuz oldu mu? Yani tabii günlük tutuyorsanız..
belki de en güzeli yazmamak.. bazı şeylerin kalıcı olmaması belki de en güzeli. Dönüp dönüp bakacaksan..

Cümlelerim tamamlanmıyor.. ne yazık! Sadece yazabildiğimi bilmek.. ki onu da becerememek ne kötü.
Geçmişe sık sık dönüp bakmak da neyin nesi. Anısın sen haddini bil! Nerede.. kararlarımı, hayatımı, beni belirleyen şeyler bu lanet olası hatıralarsa ne anladım ben bu işten. Neredeyim ben? Kendimin bile ne olduğuna kararı tek başıma veremiyorsam.. hayatıma giren çıkan tüm o insanlar veriyorsa kararları; ve ben sadece kafa sallıyorsam.. sadece boyun eğiyorsam. Bu nasıl olur da benim hayatım olur? Nasıl olur da benim kararlarım olur? Nasıl ben olurum?

Geçmişe baktım yine bugün.. hiç yapmıyormuş gibi. Bi başlayınca bırakamıyorum da lanet olası. Fazla bağlıyor, kimseye bağlanmadığım kadar anılarıma bağlıyım ben sanki. Bilmem kaç tarihli bi sayfayı açtım, gecenin bir körü boş sayfaya tek bi cümle yazmışım. “beni daha az üzgün hissettirdi; üstelik o da mutlu değil”

Şimdi durup o günü düşünüyorum. Bazen bazı anlar olur; içinden geçen kelimeler kaybolur. Orada bi yerlerdedir ama bulamazsın. Çok şey demek istersin, ama çıkmaz. Yutkunursun, nefes alırsın.. –unuttuğumuz çok olur- yine işe yaramaz.. sayfalarca anlatamayacağına inandığın bir şeye başlamak saçma gelir. Ama söylemek de istersin. Sonra dinlemek daha güzel gelir.. o susar müziğin sesini biraz daha açarsın.. işte o gün bir daha dinlememeye yemin ettiğim şarkının sesini daha çok açmıştım ben. Sanki o kaybolan sözleri böyle unutacaktım.. biraz daha açtım. Biraz daha dinledim.. kaç defa dinledim bilmiyorum.. sonra kapattım, bu cümleyi yazdım. Bir daha dinlemedim. Oysa ki o en sevdiğim şarkıydı.. neden şarkıları bazı anlara bağlarım ki?

Bugün dinledim. Hatırladım.
Filmde çaldı. Çaldığını duyduğumda durdurdum filmi. Açtım o sayfayı. Sonra içim götürmedi, yarım bırakamadım filmi.. devam ettim. Film bitti. Ben hala o şarkıyı dinliyorum.. artık bu filmi de unutamayacağım.. ne güzel; her gün yeni bir anı biriktiriyorum. Her gün yeni bir gelecek belirliyorum böylelikle..

Yazmaya kimseye anlatamadığım için başlamıştım. Sonra anlatmaya başladım. Bu kez de anlamamaya başladılar.. ben de yazmaya devam ettim böylece.. iyi ki.



*tüm hayal gücünü onunla harcama!


E. 

1.11.13

"bataklıkta dans ediyoruz.."

Çatışmıyorlar arkadaşım, direniyorlar!

Ne Ankaraymış arkadaş.. bana kendini sevdire sevdire bitiremedi. Biri bana deseydi ki şu soğuk şehri seveceksin, asla inanmazdım. Gel gör ki şimdi bırak sevmeyi, özlemişim la.. bildiğin sakaryadaki rakı sofrasını, behzatın o yeşil koltuğunu, harunun küfürlerini, hayaletin aşkını, tahsini, edayı, akbabayı, ercüment çözeri ve tabii ki amirimi.. bildiğin baya baya özlemişim işte.
..bizi ayıranlar utansın!

“Evet batman çekiyoruz. Bu ülkede böyle şeyler olmaz ki, ben fantastik şeyler yazdım” demiş kendi kendine Ercan Mehmet Erdem; sonra ne mi olmuş. Tüm bu olanlar işte.. Ankara yanıyor demiş. İlk korun İstanbul’a düştüğünü hatırlatmama gerek yok sanırım.. hatırlatma unutulan şeyler için yapılır gerçi. Unuttuk mu peki biz olanları? Asla! 

                                                                                                           'BehzatÇ Ankara Yanıyor'

Bugün filmi izlerken acayip bir burukluk sardı içimi, biraz da öfke. Bu kadar gerçekçi olduğu içindi belki de,  belki cinayet büroyu fazla benimsediğim içindi.. kim bilir. Ama olan şu ki.. o atılan gaz bombaları, biber gazları amirimin olduğu kadar benim de gözümü yaşarttı be, çıktı ya yalın ayak sokağa. heh işte ben de bazen kendimi yalın ayak sokakta öylece duran amirim gibi hissediyorum, umudunu kaybetmiş. Peki buzdolabındaki o şişe şişe bomontiye ne demeli.. o malum 22'den sonraya en hakiki cevap değil miydi o? 

Ayrıca.. amirimin koltuğuna oturan o kılıksız adamı, yanındaki malum bıyıklıyı her gördüğünde yumruğunu sıkıp, tırnağını etine geçirmeyen.. kusura bakmasın da bizden değildir.!

Eski bir arkadaşını görmüşçesine mutlu ayrıldım ben bugün atlas’ın o büyük salonundan. Her cuma evimde o mavi çekimleriyle izlediğim behzat gibi değildi belki; daha çok aksiyondu, daha çok hareketti. Ama öyle özlemişim ki.. öyle ki.. onları bir kez daha görmek, bana bir kez daha la Ankara bir başka! dedirtti..

Şimdi ne denir ki sana. şu kara şehri de sevdim ya.. ağzımda zor tuttuğum küfürleri sen bağırıp çağırdın ya.. korkmadın ya.. sana ne desem eksik kalır.. ne desem az.
“bataklıkta dans ediyoruz. bataklıkta olduğumuzu hatırlatanları boğarak. kıyametin tek adaleti, herkes için kopması” demişsin ya. Haklısın be Emrah Serbes. belki adalet anca o zaman yüzünü gösterir bize..

Şimdi doğru söze ne denir..
Kaos iyidir geliştirir..


E.

27.10.13

Hoooopppp!!!

“oğlum çok yalnızdık, iyi ki dağılmadınız lan” dedi..

Evet Burak Aksak dedi.. evet bize dedi.. ne denilir ki? ..iyi ki vazgeçmedik lan.

                                                                                                                'Ben de Özledim'            

Çok özlemişiz. Çok özlemişim. Son aylarda onlarla uyumaya o kadar alışmıştım ki, bir bölüm Leyla&Mecnun almadan uykuya dalamıyordum. Yavuzdan bir kuple bir şey dinlemeden, ismail abi’nin o şapşirik tavırlarına gülmeden.. mecnunu görmeden.. yok olmuyordu. Dün gece onları böyle görünce anladım bunu.. meğer onlarsız daha yalnız kalmışım ben.

Dün gece daha bi kızdım bizi ayıran herkese.. ne gülmeyi ne ağlamayı bilenlerden daha bi nefret ettim. Hissetmekten bu kadar korkmayın demek istedim, onlara. Korkmayın ya bu kadar bizden. Korkmayın! sevmek sevilmek güzel şeydir.. mecnun ve ya leyla olmak.. güzel şey.
Gerçi cesaret işidir tüm bunlar.. o da siz de pek yok, anlıyorum. Aniden vurmasını bilirdiniz siz sahi.. nasıl da unutmuşum o tozlu dumanlı bol gazlı geceleri..

Televizyon dediğiniz aptal kutusu bize son yıllarda akıllıca şeyler fısıldamaya başlamıştı oysa.. biz de kimin aptal olduğunu anlamıştık işte. böylece.. bundan mı kızdınız yoksa? yoksa zeki insanlarla karşı karşıya gelmekten mi çekindiniz bu kadar? düşünen bilen her şeyin farkında olan bu insanlar sizi bu kadar mı endişeye düşürdü? Bu kadar mı dehşete düştünüz? söylesenize..
N'oldu bundan kurtulmanın yolu bu mu yani? Bu mudur.. "bitti!" derim biter.  ne kadar kolay dimi! ne kadar kolay 'tamam, bitti' demek.

Ben asıl neyi merak ediyorum ama biliyor musunuz, dün geceki okkalı cevabı duydular mı acaba.. dün geceki vedayı da mı görmemezlikten geldiler... üç maymun oynamak ne popüler oldu ya sorma! Yahu sorarım.. nereye kadar?

Yarım kalan şeyler acıtır.. yarım kalan şeyler unutulmaz..
Bilmiyor musunuz? Hiç mi duymadınız? Kursakta kalan şeyler yutulmaz; ya tükürürsün ya da o öylece kalır oracıkta.
Ne diyeceğim bak!! farkında olunmadan bir şey oldu aslında.. siz ‘aa aynı bizim gibiler’ dediğimiz bu insanları bizim gözümüzde kahraman yaptınız farkında değilsiniz. Komik dimi?
Sizin bu her çırpınışınız bizi bir araya getiriyor ya her seferinde.. hep böyle oluyor ya.. Nasıl teşekkür etsem bilemedim şimdi.. siz böyle olmasanız inanın biz bu kadar bağıramazdık.. bu kadar gürültü çıkaramazdık..

-İsmaiil abiiiii..
.Hoooopppp!!!

*İsmail abi, Leyla&Mecnun’a veda gecesinde.. küçükçiflikte bağırmıştı ya hani.. ‘Abiim o gemi gelmişş!!’ ..heh işte aynen öyle. Geldi o gemi, biz gördük onu görmesine de; siz hala maymunculuk oynamaya devam. Peki öyle olsun.

O zamaaan.. saat de sınırı geçti ama.. n'apsak! 
En iyisi çay demleyelim. çay.. çay demlensin.. demlenelim..

İçelim mecnuna ya!!


E.

19.10.13

17:34'

Soğuktu. kar yağıyordu. hiç böylesi yağmadı bir daha. öyle bir kış yaşamadık o yıldan sonra.. akşamüstüydü. dışarda tipi vardı benim de elimde 'çalıkuşu'. hep nefret ettim o kitaptan. hep nefret ettim reşat nuriden.. bir daha hiç okumadım.. televizyon kapalıydı, ışıklar açık. ev çok sessizdi. garip bir sessizlik. telefon çaldı, ürktüm. oysa ki saat çok da geç değildi. yabancı bir sesti. çok yabancı şeyler söyledi. hem yabancı hem de yalancı dedim içimden. kısa bir konuşmaydı. o konuştu ben sustum. sonra o kapattı ben ahizeyi düşürdüm. bilerek değil.. yine sustum. o telefon o gece hiç susmadı ama.. kapı zili de.. ev hiç olmadığı kadar kalabalıktı, bir o kadar da sessiz. televizyon kapalıydı hala.. 
Bana birileri uyu dedi. dinledim.. uyumayı denedim olmadı. karanlıkta yattım saatlerce. içerden gelen bir çok yabancı ses vardı hala.. hiç susmadılar. tüm gece o kapı hep çaldı. ve birileri sürekli gelip saçımı okşadı. gereksiz acımaları hiç sevmezdim. şimdi nefret ediyorum. samimi değil..
Hiç birinin yüzünü hatırlamıyorum. hiç birinin sesini ayırt edemiyorum. karşımda ağlanmasından nefret ederim. bana bunu belli etmemeye çalışan insanlardan daha çok.. 
Hiç konuşmadım. ağlamadım da. nefesimi tuttum. üç gün beş gün yedi gün.. hatırlamıyorum. tek sayıların birinde pes etmiş olabilirim. çift sayıları sevmem. 
Sonra unuttum. yani herkes unuttum sandı. iyi rol yaptım. maskeleri hep sevdim. birinin yanında ağlamaktan hiç hoşlanmam. birine kendimi anlatmaktan da.. o anlasın. 
Şubatı sevmem. ağustosu da.. kardan nefret ederim. yağmuru hep sevdim.. televizyonu bir daha hiç kapatmadım. evdeki sessizliği hiç sevmem.. akşamüstü çalan telefonlara hiç bakmadım o günden beri. o gün üzerimde olan kalın örgülü bordo hırkayı da annem kime verdi bilmiyorum. 

Perşembeleri sevmem. cumartesi iyidir.

E.

14.10.13

Lord'um delirmiş o..

Var olmak ya da olmamak, mesele bu.
Gözü dönmüş talihin sapanına, oklarına,
İçin için katlanmak mı daha soylu,
Yoksa, bir dertler denizine karşı silaha sarılıp
Son vermek mi onlara? Ölmek, uyumak..
Hepsi bu.. ve bir uykuyla
Yürek sızısına ve bedeni bekleyen
Binlerce doğal darbeye son verdik diyebilmek.

Hangi insan gönülden istemezdi bu bitişi!

Ölmek, uyumak.. uyumak, belki rüya görmek.
..

Şimdi size yeni bir mekandan bahsedeceğim. Kapılarını 4 gün önce açtılar belki ama ben anca bugün gidebildim.. yepyeni.. gıcır gıcır.. hala boya kokuları hakim. biraz moloz kırıntısı, talaş tozu falan filan işte.. o kadar yeni. yepyeni.

Bu yeni sahne (nam-ı diğer: ModaSahnesi) iyiden öte bir ekibin elinden çıkmış. İlk oyunları ise Hamlet. Ama yanlış anlaşılmaya mahal vermek istemem, öyle bildiğiniz hamletlere benzemiyor bu pek. Nasıl desem, farklı işte! bi kere kadro on numara beş yıldız. "Hamlet nasıl" mi? Onur Ünsal diyecektiniz her halde.. o öyle bir olmuş ki.. Hamlet'i ilk defa çözdüm ben. yıllardır bilirim de bugün çözebildim anca. Ee ne diyeyim darısı sizin başınıza..Evet jeton da sıkıntı var.. ya da böyle bir adama ihtiyacım varmış bana hamleti yansıtan, bilmem.

O zamaan.. bir itiraf: sanırım ben Hamlet'e aşık oldum. Evet yanlış duymadınız! Çok ciddiyim. Yani Onur Ünsal'ı hep sevdim tabii, o ayrı. Shakespeare'ın da yeri her zaman ayrıdır.. ama bu kez çok farklı. Sanırım ikisinin birleşimini bünyem kaldırmadı. Feleği şaştı. 

Hayran hayran bakmak.. tam anlamıyla bugünün ben'i!! 
Örnek vereyim;
Henüz ara vermeden, yani oyunun ilk bir saati içinde. İçten içe hep söylendim.. ahh dedim nasıl ön sıraları kaçırırım da orta sıralara düşerim.. dokuzuncu sıra ne? hele hele.. Hamlet sahneden atlayıp çoğu zamanını sahne önünde geçirdikçe.. benim ahh'lamalarım vahh'lamalarım daha bir arttı, içten içe. Sonra bir anda.. Hamlet koşmaya başladı merdivenlere doğru. Heh evet koşsun gelsin buralara kadar derken, yanımda beliriverdi. Bir de basamağa çöküp oturmasın mı!! Oyun devam ediyor tabii.. sahnede olay akıyor, insanlar izliyor o sırada. Ben mi? hımm ben tam olarak o dakikalarda sahnede ne oldu ne bitti bilmiyorum. Çünkü, o süre zarfı içinde ben kafam sağa dönük, alık alık hamleti izliyordum..
-Öyle işte. Bu da böyle bir kaç dakikam sadece. Durumun vehametini kavrayabildiniz mi bari?

Neyse kişisel hallerimden kurtulup oyuna tekrar dönüyorum. Tüm ciddiyetimi takınıyorum. Evet, sakinim.

Bilmiyorum siz bir tiyatrosever misiniz? Ya da nefret mi edersiniz? Veya bana dokunmayan yılan bin yaşasın'ı mı benimsediniz. Bilemem. Sadece diyebilirim ki.. her kimseniz hiç fark etmez.. bu oyuna gidin! Şu sahneyi bir görün.. elbet yolunuz Kadıköy'e düşer. Yanılmıyorum dimi?

*fuayesi çok güzel!
*akustiği de çok iyi.
*hamlet mızıka çalıyor..
*claudıus da saksafon..

ahh Shakespeare!! neler değişti neler..



Ya Tanrı aşkına!! Lord'um delirmiş o.. hiç normal değil. Ya da kandırıyor bizi, oynuyor; kedinin fareyle oynadığı gibi. Evet evet basbaya oynuyor işte.. kaçmak güzel oyundur, öyle değil mi majesteleri? İki ileri bir geri.. hem eğlenceli de. Off kendimi onun yerine koydum da.. (empati diyorlar şu zamanda) ne eğleniyordur şimdi..
Keşke ben de delirmeyi başarabilsem.. hayallerimle oynamaktan çok sıkıldım.. Perde kapansın artık. Hadi..

E. 


12.10.13

21:47'

Karanlığın su katılmaz gerçeği sessizlikti dimi? Sokak lambasıyla aydınlanan odada tek ses dışardan geçen motorun çıkardığı gürültüydü, beni ürküten. Şarap kokusu denilen şeydi keskinliği artıran.. belki de soğuğa inat ellerimin üşümemesi bu yüzdendi. O günlerde bunu pek farkedememiştim.. şimdi daha iyi anlıyorum her şeyi. Yeni yeni.. geçmişin taşıdığı izler tahminimden fazla belirginmiş meğer. Ya ben bakmışım görememişim, ya da görmüşüm de görmemezlikten mi gelmişim ne? Karar vermek zor.

Nefes alış verişlerimiz miydi fısıltı sandığım? Yoksa hiç konuşmadık da ben şizofrenik bir travma mı yaşadım. Çalan şey neydi peki? Müzik var mıydı.. sahi olmaz mı! o ses olmasa kim kimin bahanesi olacaktı?

Ne değişti? O geceden sonra hava bi soğudu bi ısındı.. bazen öyle yağmur yağdı ki tam silecek oldu her şeyi. Sonra bir gün ansızın güneş parlayıverdi.. hay aksi!

Yine akreple yelkovan o bilindik yerindeydi. Nedendir bilmiyorum ne zaman o aklıma düşse hep böyle oluyor. Rakamların oyunu mudur ne tüm bu şey? O veda ettiğinde de öyleydi.. ben vazgeçtiğimde de.. saatler hep aynı günler ise? iki ileri bir geri işte.  Şu zaman denen lanet şeyi sevmemem de var işte bir hikmet, rakamlara nefretim kat be kat.

Belki bazen tek sayılara sempati duyuyorum.. ama bazen. Çoğu zaman değil.

Çoğu zaman düşünüyorum yine. O saniye ibresinin hızlı akışını izliyorum durup öylece.. ne mi düşünüyorum? Hah o konulara hiç girmeyelim yine.. Düşünüyorum işte.. doğanları, ölenleri, kaybolanları, kavuşanları, ayrılanları..  iyileri, kötüleri, korkakları, cesurları, aptalları.. öyle bir sürü işte. Bir çok şeyi. Kendimi mesela. Geçmişi bugünü.. bazen de geleceği. Ama bazen, çoğu zaman değil.

..
O gece de çok soğuktu. Sadece çok üşüdüğümü hatırlıyorum. Bir de tavanı.. uykusuzluktan olsa ki..
Nasıl unuttum.. bir de sessizlik hakimdi o gün.  Daha önce öylesi olmamıştı hiç.. o kadar sessizdi ki sessizliğe kızdım. Sonra sırtımı döndüm.. nasıl olduysa uyumuşum.
               
Ya sahi.. yatağın solunda yatmanın nesi kötüydü ki? Ben bir türlü anlayamadım.


E.


7.10.13

Biri pazartesi sendromu mu dedi?

Yoo.. o bana pek uğramıyor bu aralar.. en azından bir süre:)

O halde güneşli bir pazartesinden merhaba!

Güzel bir kahvaltının ardından yapılacak en güzel şey bir kahve ve eğlenceli bir filmdir. Tam romantik komedilik kıvamda bir hava değil mi şu gün? Evet aynen öyle.. ben de aynen öyle düşündüm ve arşivimden en güzel romantik komedi filmini çıkarıverdim. Konu romantik komedi olunca belli kriterlerim oluyor.. yani ne bileyim klasikleşmiş bu tarz filmler yerine günümüzün uyarlamaları pek hoşuma gitmiyor. Tamam evet çok güzel olanlar var ama asıllarını yaşatmanın ötesine geçemiyor bende üzgünüm. O yüzdendir ki eğer canım romantik komedi izlemek istiyorsa klasiklerime sığınırım. Ki başta gelen filmim ise bu konuda tartışmasız: sevgili Bridget’ımdır:)

Aslına bakarsanız Renee Zellweger’ı bu filmden başka bir yerde hiç sevemedim.. ama tabii bu şey ne Hugh Grant için ne de Colin Firth için geçerli olması mümkün dahi olamaz! Onları hep sevdim.. hep olsunlar itiraz yok.

Hiç günlük tuttuğunuz oldu mu? Büyümeye özendiğiniz çocukluk anlarınızda, ya da ergenliğin yüz tutmuş olduğu lise zamanlarında..  ya da günlük demeyelim şu işe biz. Hiçbir şeyler karaladınız mı bir yerlere, yani bir defteriniz var mıydı diyorum, sadece sana özel.. hiç mi olmadı? Çok yazık. Hemen edinin.. hemen! Dimi sevgili günlük severler?

Benim öyle Bridget gibi gün gün tuttuğum tam teşekküllü bir defterim hiç olmadı.. ama hep özel defterlerim oldu. Bir keşfedilse ahh ahh.. çok fena. canım sıkıldıkça, mutlu oldukça yazdığım. Yazdıkça yazı şeklimin bile ruhsal anıma göre farklılaştığını fark ettiğim, yazdıkça eskiyen, yazıları silinmeye yüz tutmuş sevgili defterlerim.. çok fazlalar. Hatta geçen gün mevsimlik olarak yaptığım oda temizliğimde fark ettim ki varlığından bir haber olduğum birkaç defterimsi varlığım daha varmış.. kim bilir daha nerede neler var.. oda oda değil sanki.. annemin deyişiyle çöp yığını!

Bi itiraf* : Atmaya kıyamadığım şeyler o kadar birikti ki.. odam kağıttan kitaptan geçilmez bir halde. Sinema tiyatro konser uçak-tren biletleri, neden topladığımı bilmediğim avrupanın gittiğim her yerinden aldığım bardak atlıklarım, bira kapakları, yok şarap tıpası.. ohoo falanı filanı işte.


                                                                                                  'Bridget Jones Diary'

Bridget’a dönelim mi hadii!

Sevgili Bridget,
Sen umudununu kaybeden kadınlara umut olmuş, sen tüm şapşallıklarına rağmen iki adamı kendi etrafında pervane etmiş seeen! ..neyse:)
Tamam abartmıyorum, sakinim.. Kısaca güzel eğlenceli bir gün geçirmek isteyenlere tavsiyemdir, iki filmini de arka arkaya izleyebilirsiniz sıkılmama garantisi de benden.

-en güzel tavır: tamamen emin olamayan bir adam için hayatımla kumar oynamayacağım. Vay bee Bridget aferin sana! demiştim, evet.

-ve mark darcy’nin uyurken.. bana bakmayı kes demesi de, en güzel sahnelerden biridir. (nokta)

-ilk filmin son sahnesinden bahsetmiyorum. o sahneyi sevmeyen gözüme gözükmesin.

..şimdilik benden bu kadar. Film seansını bitirdiğime göre, bu boş pazartesimi arkadaşlarımla noktalamak üzere dışarı çıkıyorum.. size pazartesi sendromunuzla kolaylıklar gelsin..


E.

4.10.13

Bırak Dönsün!

Ee ne demişler.. “vantilatörü serbest bırak. dönerse serindir; dönmezse hiç serin olmamıştır”

Bugün hava buzdu malum.. kış erken geldi. Zaten şu koca yıl bi güneş yüzü görmedim. Aslında çok da mutsuz değilim bu halden, ben bazılarının aksine yağmurlu soğuk havalarda daha çok mutlu olan azınlık kesimdenim. Belki az biraz manik depresif zamanlarım vurur bu zamanlarda kafama taktak diye.. amma velakin en iyi çözümü de hep tek tercih hakkıyla 12den vurdum ben. Ne olduğunu söylememe gerek yok herhalde.. film!! üstüne laf ettirmem bilirsiniz.

Az buçuk beni bilenler bilir ki.. tek başına sinema keyfi en sevdiğimdir. Mutsuz olduğum anlarda aklıma gelen ilk şey. Aniden pat diye.. bugün de öyle oldu işte..  Çıktım okuldan, soğuk havaya inat aşağı doğru salındım Barbarosta. Sonra kesmedi beni Beşiktaş dedim ben bi Beyoğlu’na uzanayım.. Biletix’de tükenen bir sinema biletinin peşinden:)  

Atlas’ın önü feci bir kalabalık.. FilmEkimi malum. Kuyruk sonuna geçtim ama içeri girebileceğime imkan vermedim hiç. ne yalan söyleyeyim.. sanırım 1saat bekledim dışarda titreye titireye.. ve sonunda elimde biletle koştura koştura çıktım merdivenleri.. bu arada en sevdiğim sinemalardan biridir Atlas. Hele o büyük salonu yok mu of bee!

Biz bir sürü son dakika biletçisi insan işte bir şekilde girdik salona. Çil yavrusu gibi dağıldık dört bir yana. İşte öyle böyle film başladı.. festival filmi evet. Ama sanki gişe filmi gibi salon tıka basa doluydu yahu!! Uzun zamandır hiçbir salonu bu kadar kalabalık görmemiştim. Ee tabii Onur Ünlü olunca mesele.. böyle oluyor sonuç. Sahi kaç kişiyiz biz Leyla&Mecnun severler??
Sırf biz gitsek.. ohhoo!!


                                                                                                    'Sen Aydınlatırsın Geceyi'

Absürtizmin o kıl kadar ince yolunda nasıl ilerliyor bu adam şaşıyorum ya. Hiç tökezlemeden hem de.. baya baya güzel yani! Farklı olmaya çalışmak gibisinden bir durum değil ama, öz’den gelen bir farkındalık eserinden bahsediyorum. Ya da eserlerinden mi desem..

Konu? Her biri farklı bir süperkahraman. Her birinin özel güçleri var.. Cemal dönüşlere takmış misal, şu kız neydi? korsan kitapçıydı hani.. zamanı durduruyor bea!, en iyisi ilkokul öğretmeni: görünmez bir Derya Alabora izliyoruz. Var mı ötesi? Gazoza hapı katık ederek kafayı bulmak gibisi yok ama.. gökten yağan taştan bahsetmiyorum bile.. Her neyse işte anlatmakla olmaz ki, izlemek gerek.. anlatınca komik olmaz ki hem..  Ayrıca bir L&M seversen beni daha iyi anladın sen eminim:)

Oyuncular mı? hangisinden bahsedeyim, nasıl başlayayım.. Böyle anlarda tıkanıp kalıyorum işte..

Ee n’aparsın.. Kelimeler albayım bazı anlamlara gelmiyor..


*film ticari satışa sunulmayacakmış.. ve maalesef filmekiminde son seans bugündü. Ama kaçırdım diye üzülmeyin!! Semaver Kumpanya’da izleme şansı hala devam ediyor.. bi bakıverin programa derim.


E.

26.9.13

05:22'

Nasıl bir yılgınlıktır gece sessizliği..

Sessizliğin içinde ses arayışımızdaki acizlikten bahsetmiyorum bile.. Biraz öyle biraz böyle kararsızlığı.

Kararsızlık demişken.. sahi sen bi ara birkaç paradokstan bahsediyordun hani! Geçti mi onların mevsimi.. baş ağrısından başka arda kalan bir şey var mı? Karar mı verecektin bir ara? Doğru mu hatırladım? ..Bazen kulağıma hafiften çalınan ufak tınılı sesler oluyor. Ben gaipten geldiğine inandım artık. Ya da şizofren belirtileri.. ama yok yok gaipten geliyor gibi.. Öff ne fark eder! Benim dışımda kimsenin duymadığı kısa ve keskin sesler bunlar. Hatta bazen enstrümantal oluveriyor.. bazen çığlık kadar rahatsız edici. Ben hem mutluyum hem mutsuzum aslında.. çekirge sesleri gibi işte! Heh tam anlamıyla öyle.. hem rahatsız edici hem huzur verici.. garip.

Karar vermek. Ne itici bir kelime! Nasıl bir vazgeçiş.. öyle değil mi? hep bardağın dolu tarafını gör gör nereye kadar.. hep pollyanna olsak hayat çok pamuk şeker olmaz mı? oysa ben hep kağıt helvayı tercih etmişimdir, kendimi bildim bileli. 

Dün yalnız kalmaktan korkuyor musun diye sordu. Yoo..
Sadece ürküyorum.

E.



23.9.13

'Entel tekerlemesi..'

Okula gitmediğim yeni bir günden daha merhaba!!

Bu sabah kötü kalktığım için herhalde.. ya da hiç uyuyamadığımdan belki de.. ‘belki’yi çok kullandım bugünlerde farkındayım. Sorun yok. Farkında olmak güzel şey, ne de olsa.. Kaç fincan kahve içtim hatırlamıyorum.. hala içiyorum. Neden bilmiyorum, yalnız olduğumda kendimi sızana kadar şaraba vuruyorum, ya da uykumu tümden kaçırsın da tüm gece hortlamış gibi gözümü hiç kırpmayayım diye kahveye. Ortası yok ben de. Gerçi neyin tam ortasını yaşıyoruz ki.. bir şeyin canını çıkarmadan bırakabiliyoruz mu? Zor zanaat..

Uzun zamandır yazamıyorum.. yoo sadece buraya değil. Hiç yazamıyorum. Uygun kelimeleri bulamamak nasıldır bilir misiniz? Sonu gelemeyen çok noktalı cümleler. Ya da anlamanı benim dahi bilemediğim sözcüklerden oluşan anlamsız söz dizileri. Devrik cümle halt etmiş yanında! Her neyse işte.. zorla baklayı çıkarmaya çalışıyorum bugünlerde. Deniyorum ama.. gerçekten.

Dün gece yarısı ya da daha mı geçti hatırlamıyorum. Dedim ki daha önce izlediğim ama sevmediğim bi filme 2. bir şans. Malum genelde verdiğim ikinci şanslar hep kazandı. Hep ‘iyi ki…’ dedim. Size demiş miydim sahi.. “keşke’dense denemekten korkmam ben” diye. Ne kaybedilir ki.. zaman dışında. O kadar boş şeylerle kaybediyoruz ki biz onu. Zaman kadar önemsizleştirdiğim bir kavram yok galiba artık.

Eternal sunshine of the spotless mind..

Eveet.. malum film! Bunu okurken insanların ikiye ayrıldığının farkındayım. Bi kısım ‘aah ne güzeldi, en iyi aşk filmi bencee, böyle aşk görmedim.. bla bla bla’  derken; diğer kısım ‘itörnıl sanşayn of dı sıpotlıs maynd.. bla bla bla’ diye dalgasını geçmekte. Mecnun misali:)

Ben mi? 2. bir şansa rağmen.. hala ve hala.. diğer kısım diye tabir ettiğim. Bazılarına göre duygusuz kesim diye itham edilen yerdeyim sanırım. Evet evet öyleyim. Tüm duygusal saldırılara hazırım! Gardımı aldım.

Tamam.. aslında filmin konusu güzel. Anıların silinmesi falan filan.. oyunculara da lafım yok. Ne haddime hem. Ama bir şey eksik bu filmde. Neden bilmiyorum.. ama büyük bir şey yok. Evet mesajı alıyoruz.’insan sevdiğini beyninden silebilir ama kalbinden silmek başkadır başka’. Tamam kabul. Ama ne eksik biliyor musunuz! Komik gelecek belki ama.. aşk eksik bu filmde.
Ki ayrıca bu filmin böyle bir ismi olmasa bu kadar olay yaratacağına da nedense inanasım gelmiyor. 

Vee olmazsa olmaz.. film sonu sorumuza geliyoruz!! –sen hatıralarını silmek ister misin?
Hayır.



**aa bu arada bence filmin tek güzel yanı.. buydu: dinle!!

E.



30.8.13

Paralel şeyler.. hayat!!

Merhaba!!

Uzun bir aradan sonra yine yeniden İstanbul’dayım. Yaklaşık.. onyedi gün onsekiz saat oldu. Dönmek güzel şey.. gitmek kadar heyecanlıymış meğer. Farklı duygular.. şehirlerin duygusu vardır bilir misiniz? Seni çok derinden etkileyen hisleri vardır.. Neyse işte..  geldim.

Nerede kalmıştık.. FİLM! Yoo bu kez değil.

Bugün bi kitaptan bahsedeceğim.. aslında bir yazardan. Barış Bıçakçı! Duyanınız bileniniz vardır mutlaka. Daha önce Bizim Büyük Çaresizliğimiz’den bahsetmiştim. Hatırlayanınız vardır belki..

Bazen çok şey düşünürüz. Bazen çok şey dilimize gelir de dökülemez bir türlü. Bazen de bulamayız o kayıp sözcükleri. İşte tam da o sırada.. birileri çıkar karşımıza ve söyleyiverir. Heh dersin.. tam da öyle bir şey bu. Tam o satırlardaki gibi.. sen yazmışsın sanki. Birileri yazmış senin için.. onlar dururken, bi de sen karıştırma ortalığı dersin.

Herkesin vardır mutlaka yardıma çağırdığı yazarları.. şairleri.. Yok mu yoksa? yoksa bulmalı, en yakın zamanda!! Benim çok var misal, Barış Bıçakçı da bunların başında geliyor.

Kitap okurken not almayı çok severim. Sevdiğim sözleri, cümleleri.. bazen öyle güzel tasvir edilir ki bir yer adını merak ederim, bazen bir müzikten bahseder dinlemek isterim falan. Kitaplarımın çoğunun arasında karmançorman yazıların olduğu kağıtlar vardır. Kitaplar kadar onlara da değer veririm. Benim dışımda pek kimse anlamaz bu satırları.. nereden nasıl çıktıklarını. O yüzden daha çok severim.

Ama bu kez farklı bir şey yaptım. En son okuduğum kitaptan çıkardığım cümleleri birleştirdim.. hangi cümle hangi sayfadan bu bana özel:)
 Herkes Herkesle Dostmuş Gibi.. Barış Bıçakçı


...
Paralel şeyler çileden çıkarır beni, midem bulanır benim, nefret ederim paralel şeylerden..
Çünkü zamanla her şeyi sever insan, çünkü bir gün öleceğini anlar.

Yılların geçip gitmesine ve her şeyin belleğin bir oyunuymuş gibi bir belirsizliğin içine batmış olmasına.. bu ben miyim? Peki o ben miydim? Bütün bunları yaşayan. Hayır seyreden. Karar ver; yaşayan mı, seyreden mi? Yaşayan değilmiş gibi. Geçmişte başka biri, ama şimdi ben. Geçmiş olunca başka biri.

Geçmişin büyüsü nereden geliyor? Uçup gitti diye mi? artık elimde değil diye mi? ne basit bir şeyle boğuşuyordu.

Çünkü bir şeyin düşünce olabilmesi için makul bir sürenin geçmesi lazım.
Bir gazete kesiğinde “umudun bittiği anlarda yanlış kararlar hiç verilmese” yazıyordu.

Kendimi Aylak Adam’dan daha iyi hissediyorum. Vazgeçerek yaşıyorum. Vazgeçe vazgeçe ilerliyorum..

Hem.. konuşmak kimi zaman sevişmekten beter eder insanı.

“konuşmuş muyduk? Vesikalı Yarim’i seyretmiş miydin?”
Aynı zamanda böyle boştur işte sözcükler. Boş. Tıpkı atomlar gibi sözcüklerinde içi boş. Bu yüzden hafifler ve hızlı hareket ediyorlar. Çabucak yayılıyorlar.

Şimdi bana yine kızacaksın ama..
Tereddütsüz veriyorum kararımı, görmezlikten gelerek geçip gidiyorum. İyi bir şey yaptığımı düşünüyorum

İyi bir şey yaptım.

E.


7.8.13

03:32'

bugün durdum bi. dedim ki kendi kendime.. sen sus!


-
Sonra zaman geçti. Zaman hiçbir şeyi düzeltmez. Daha beter de etmez. Zamandan bağımsız şeyler bunlar. Karanlıkta uzanıp bir sigara daha yakmaktan başka bir şey gelmiyordu elimden. Babam öldüğü için değil. Aşık olduğum için değil. Öyle olması gerektiği için.

Sonra biraz içtim ve telefona sarıldım. Bu adil bir şey değil. İki taraf için de. İnsanlar sizin alkollü olduğunuzu anlar ama bellekleri bunu böyle kaydetmez. Çünkü gelen sadece sestir. O sesin üstüne en ayık halinizi yerleştirir bellek. Bellek böyle namussuz bir orospu çocuğudur işte. Sizi üçkâğıda getirmek için elinden gelen her şeyi yapar. Hepimiz yanlış hatıralara sahibiz. Öyle yaşanmadı onlar. Hatıralarını yazan ihtiyarları düşünün, kitabı bitirdikleri zaman öleceklerini bilirler, o yüzden bitiremezler bir türlü, yaşamak için sallamayı sürdürmeleri gerekir.

Onu aradım ve seni seviyorum dedim. Çarklar durdu, yargılama bitti. Hayatımda ilk kez çekip gitmek istemiyorum. Şimdi bile utanıyorum söylediklerimden. Herkesin kalbinin çizildiği bir yer var. Orada görünmez bir duvara çarpıyorsun. Daha öteye gidemiyorsun. Bütün dünyan o çakıldığın yerden uzanabildiğin yere kadar oluyor artık. Benim çakıldığım yer de o günlerde bir yerde işte. Ama tam nerede bilemiyorum. Hiçbir zaman da bilemeyeceğim bunu. Orası beni daha iyi bilecek.

Sonra konuşalım dedi. Sonra konuştuk. Hastanenin karşısındaki otoparkta. Otoparkın bir köşesini oto yıkamacıya çevirmişlerdi diğer köşesini çay bahçesine. Çok amaçlı grotesk bir yer. Ne konuştuğumuzu yazmayacağım. O kadar da değil. Çünkü bunlar özel şeyler. Zaten ben hayatımı anlatmak istemiyorum ki. Yaşadıklarımı düşünerek oradan bir sonuca varmak istiyorum sadece. Sanırım demode bir yazarım. Genellemeleri seviyorum ve noktayı koyduktan sonra ardımda iyi kötü bir anlam bırakmak istiyorum. Artık bunun bir anlamı kalmadığını düşünsem bile böyle yapıyorum. Lanet olsun, öyle alıştım çünkü, nasıl başlarsa öyle gider.

!Emrah Serbes

4.8.13

Ardına bakma Mecnun!!

Naaasılllll!!!!
Leyla ile Mecnun bitiyor muymuş?




Şimdi doğru oturup doğru konuşalım.. hiç eğip bükmeyelim lafı. Aşikarı saklayamazsın ne de olsa. Sessizlikte boğulmayacağımıza göre.. ama ona rağmen konuşamıyorsak da mesela.. yazalım o halde biz de! Kelimeler güzel anlatır ne de olsa beni.

Mutlu musunuz siz? Yaşadığınız ülkede.. yaptığınız işte.. evliliğinizde.. kendi kendinize kaldığınızda göz ucuyla baktığınız aynada ne görüyorsunuz misal. Ya da hiç aynaya bakıyor musunuz? Bir de öyle bi durum var dimi.. bakabiliyor musunuz? Mesela.. hep merak etmişimdir; bir insanın özgürlüğünü alan, onu hapseden lüzumsuz yere, ve ya sebepsiz gözlerini morartırken sıradan insanların.. bazı insanların mizahını bazılarının düşüncelerini hatta kiminin hayallerini çalan bu insanlar, akşam olup da eve gittiklerinde hiç aynaya bakarlar mı? Aa gözümün üstünde kaşım da varmış yerine.. ağzımdan ne gereksiz sözcükler çıktı bugün de demezler mi.. ya da bu kafa sahip olduğum beyin için çok büyük değil mi demezler mi.. hep merak ederim içten içe. Garip.. eğer yüzsüzce bakabiliyorlarsa yansımalarına.. üzücü. Bazen kuşku duyuyorum.. bu insanlar hiç mi sevmemiş hiç mi sevilmemiş yahu! Hiç mi.. Kötülük tohum değil ki. Ektiğinde sadece o çıksın.. hiç mi aralara sıkışmamış iyilik denen kırıntı.

Peki siz hiç hayatınızda ceza aldınız mı? Okulda öğretmeninizden.. evde babanızdan.. sokakta topunuzu acımasızca kesen bakkal amcadan.. hangimizin kulağı çekilmedi ki. Peki neydi suçlarımız.. derste öğretmenden izin almadan konuşmak, annenin yaptığı yemeği sevmemek, sokakta oyun oynamak! Ahh be.. biz çocukken bile ne anarşistmişiz!

Gerçi.. öyle yaşıyoruz ki. Öyle bi zaman ki öyle bi yer ki.. az kaldı sadece nefes aldık diye suçlanacağımız günlere az kaldı.. özgürce yaşamak! “özgürce” ..kim? ..nerede? ..nasıl? özgürlük neydi ki hatırlıyor musunuz? Ben bi şeyi hatırlıyorum.. birinin özgürlüğü diğerinin özgürlüğünü engellediği noktada biter. Ben böyle öğrendim ilkokul sıralarından bugüne gelene kadar böyle gördüm, bildim. Siz?

Peki şuan..
Ne mi oluyor.. yazmaya kalksam, okumaktan sıkılırsınız.
Biri geçen gün bir şey yazmış.. Leyla ile Mecnun’u da mı kaybediyoruz derken rastlaştım. “ ..bir tek yalnızlığımız kaldı o da gitmesin” demiş. Ne doğru.. 

Ceza alma konusuna gelirsek.. ben hayatım boyunca çok ceza aldım.. tek ayak üstünde tahtanın önünde bekledim saatlerce.. tatil günlerimi odamda pinekleyerek geçirdim, eve kapatıldım arkadaşlarım sokakta cirit atarken.. bisikletimi bodruma kitlediler.. haftasonu televizyonu yasakladılar.. ben taa küçüklükten beri özgürlüğüm için savaşırım işte! Yaşım kaç oldu.. hala okuyorum o ayrı. Ama hala aynı savaştayım. Tüm istediğim biraz hayal kurmak, düşünmek, az biraz sesimi yükseltmek belki.. istediğimi izlemek istediğimi okumak istediğimi dinlemek.. yahu birini dinlemek bu kadar zor olmamalı! Başka birisinin senden farklı düşündüğünü kabul etmek, bir ‘başkası’ düşüncesi bu kadar anlaşılmaz olmamalı, sen olmayan. O kadar mı zor?
Çok güç değil.. inanın bana!

..
Ne diyordum ben..  heh!
...-bunu bir daha sorma Mecnun!


…anlaşıldığı gibi ne Leyla’yı ne Mecnu’nu ne de yalnızlığımızı.. yedirmesek mi acaba? ..diyorum.
Misal ben şu sıralar Leyla ile Mecnun izliyorum. Bazı anlar İsmail Abi gibi gelmeyecek bi gemiyi bekliyor gibi hissetsem de.. mütemadiyen gülüyorum. Deneyin derim.. onu da yaptım, ama hala mutsuzum diyorsanız.. hala diğerlerini anlayamıyorum diyorsanız.. son çare!

topuk topuk topuk..

E.